Erteleme

İnsanları, hedeflerinden uzaklaştıran en büyük sorun erteleme hastalığıdır. Zengin olmak için miras beklemek, kilo vermek için Pazartesi’yi beklemek, ev temizliği için yarını beklemek, diş doktoru randevusu için son noktaya gelmeyi beklemek gibi…  

Şimdi Değilse Ne Zaman?  

Hepimiz zaman zaman bir işe başlayacak veya onu tamamlayacak gücü kendimizde bulamadığımız dönemlerden geçeriz. Bu, insan olmanın, yani yeterliliklerimizin bir sınırı olmasının doğal bir sonucu. Peki ya siz farklı sebeplerle bir işin başına oturmayı ya da yeni bir şeye başlamayı çok da fazla düşünmeden ileriki bir zamana atarken veya yapılması gereken bir iş yerine başka bir aktivite yaparken yakalar mısınız kendinizi? Bazılarımızda daha seyrek, bazılarımızda ise daha sık yaşanan bir davranıştır erteleme. Ertelemeyi şimdiki zamanda yapılması ideal olan iş veya eylemleri sonraya bırakma veya geciktirme olarak tanımlayabiliriz. 

 Neden Erteleriz?  

Herkes için ertelemenin farklı nedenleri olabilir.                             

İçsel çatışmalarımız      

Yetiştirilme biçimimiz 

Kişilik özelliklerimiz  

Erteleme Davranışıyla Nasıl Başa Çıkabiliriz? 

Erteleme davranışının farkına varmak 

Düşünce, davranış ve duygularımızla ilgili farkındalık kazanmak  

Erteleme Sanatı 

Ertelemek, insanın en kolay gerçekleştirdiği ve üzerinde hiç düşünmeden hayata geçirdiği, üstelik onu çok rahatlatan bir eylem…  

Felsefe alanında çalışmalar yapan uzmanlar bu konuyu inceleme gereği duymuşlar elbette. Bu isimlerden en önemlisi ise John Perry. Perry, Stanford Üniversitesi’nde felsefe profesörü 

  • İçinde makalesinin de bulunduğu Erteleme Sanatı kitabını gördüğümde bizim bu konuda bir kitap okumaya ihtiyacımız olmadığını düşündüm. İronikti biraz bu düşünce… Yine de bugün git, yarın gel; akşamın hayrından, sabahın şerri iyidir; ekmek çiğnemeden yutulmaz, her işin bir zamanı vardır; terazi tartı ile her şey vakti ile, gibi işlerin zamanında yapılmasının eğer gerekiyorsa ertelenerek yapılmasının hayrı ile çok güzel atasözlerimiz var. Bunları işine geldiği gibi kullanmak da bize has bir iş olsa gerek… 
  • Türk kültürünün içinde zamanlamanın önemini anlatan onca atasözü varken üstelik; arkaya kalan erteye kalır ; demir tavında, dilber çağında; yara sıcakken sarılır gibi…

İnsan nerede olursa olsun aynı kumaştan… 

  • John Perry, ertelemeyi sevenler için bilgisayarın en büyük yardımcılarından biri olduğunu savunuyor. Postacının kapımıza haber getirdiği ve bizim göndereceğimiz haberin karşı tarafa ulaşacağı günler arasındaki zaman, insanlara düşünmek için, hissetmek ve en doğru kararları vermek için bir aralık bırakıyordu. Şimdiyse elektronik postalarla bu iş dakikaların içine sığdığından verilen cevaplar, yapılan seçimler hızdan dolayı her zaman çok doğru olmuyor ve bizleri zor durumlara sokabiliyor. İşte bu sebeple onları cevaplamayı ertelemeyi seçiyoruz. 
  • John Perry’e göre ertelemeden vazgeçmenin en iyi yolu ertelemeyenlerle işbirliği yapmak… İyi örnekler ve onların aldıkları iyi sonuçlar, insanları olumlu davranış sahibi olmaya teşvik ediyor. 
  • Yine de şunu söylemeden geçemiyor yazar:’’ Sistematik bir şekilde erteleyici olmanın muhteşem ek faydalarından biri de, bazen listenin en üst sıralarındaki bir görevin kendiliğinden yok olması… Bazen de bir işi yapmak için azıcık beklersek o işin nasıl yapılması gerektiğiyle ilgili yararlı bir şeyler öğrenebilir ve o işi daha iyi yapabiliriz.  
  • Erteleme akıllıca yapılırsa bir sanat olacağı, yapılmazsa insanın hayatını alt üst edebileceği söylenebilir. 
  • Aradaki ince çizgiyi fark etmek ve çizginin ne zaman, neresinde duracağına karar vermek ehil işi… 
  • ‘’Ertelemeyi ertele’’ 

 

ZAMAN YÖNETİMİ İLE İLGİLİ BİR HİKAYE 

Aşağıdaki gerçek hikâye Kellog Business School’da (Northwestern Üniversitesi) İş İdaresi mastır öğrencileri ile Zaman Yönetimi dersi profesörü arasında geçer:  

Profesör sınıfa girip karşısında duran dünyanın en seçilmiş öğrencilerine kısa bir süre baktıktan sonra, “Bugün Zaman Yönetimi konusunda deneyle karışık bir sınav yapacağız” dedi. Kürsüye yürüdü, kürsünün altından kocaman bir kavanoz çıkarttı. Arkadan, kürsünün altından bir düzine yumruk büyüklüğünde taş  aldı ve taşları büyük bir dikkatle kavanozun içine yerleştirmeye başladı. Kavanozun daha başka taş almayacağına emin olduktan sonra öğrencilerine döndü ve “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan “Doldu” diye cevapladılar. Profesör “Öyle mi?” dedi ve kürsünün altına eğilerek bir kova mıcır çıkarttı. Mıcırı kavanozun ağzından yavaş yavaş döktü. Sonra kavanozu sallayarak mıcırın taşların arasına yerleşmesini sağladı. Sonra öğrencilerine dönerek bir kez daha “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu. Bir öğrenci “Dolmadı herhâlde” diye cevap verdi. “Doğru” dedi profesör ve gene kürsünün altına eğilerek bir kova kum aldı ve yavaş yavaş tüm kum taneleri taslarla mıcırların arasına nüfuz edene kadar döktü. Gene öğrencilerine döndü ve “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu. Tüm sınıftakiler bir ağızdan “Hayır” diye bağırdılar. “Güzel” dedi profesör ve kürsünün altına eğilerek bir sürahi su aldı ve kavanoz ağzına kadar doluncaya dek suyu boşalttı. Sonra öğrencilerine dönerek “Bu deneyin amacı neydi” diye sordu. Uyanık bir öğrenci hemen “Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün, daha ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır” diye atladı. “Hayır” dedi profesör, “bu deneyin esas anlatmak istediği “Eğer büyük taşları bastan yerleştirmezsen küçükler girdikten sonra büyükleri hiçbir zaman kavanozun içine koyamazsın” gerçeğidir”. Öğrenciler şaşkınlık içinde birbirlerine bakarken profesör devam etti: “Nedir hayatınızdaki büyük taslar? Çocuklarınız, esiniz, sevdikleriniz, arkadaşlarınız, eğitiminiz, hayalleriniz, sağlığınız, bir eser yaratmak, başkalarına faydalı olmak, onlara bir şey öğretmek! Büyük taşlarınız belki bunlardan birisi, belki birkaçı, belki hepsi. Bu aksam uykuya yatmadan önce iyice düşünün ve sizin büyük taslarınız hangileridir iyi karar verin.  Bilin ki büyük taşlarınızı kavanoza ilk olarak yerleştirmezseniz hiçbir zaman bir daha koyamazsınız, o zaman da ne kendinize, ne de çalıştığınız kuruma, ne de ülkenize faydalı olursunuz. Bu da iyi bir iş adamı, gerçekte de iyi bir adam olamayacağınızı gösterir”. Profesör, ders bittiği hâlde konuşmadan oturan öğrencileri sınıfta bırakarak çıktı… 

 VATAN EĞİTİM KURUMLARI  

Psk. Dan. İlhan AVCI

Devamı

Okul Öncesi Dönemde Disiplinin Önemi

Okul Öncesi Dönemde Disiplin

 Okul öncesi dönemde çocuklar okul ortamına ilk girdiklerinde bu yeni ortamın kendi çevresi dışından farklı bir çevre olduğunu ve bu çevrenin uyulması gereken farklı kurallara sahip olduğunu fark ederler. Bu dönemde çocuklar kendi yapılandırdıklarının üzerine yeni bilgileri alırken kendilerini korumayı, başkalarıyla paylaşmayı, haklarına sahip çıkmayı ve başkalarının fiziksel ve duygusal haklarına zarar vermemeyi öğrenirler. Çocukların yaşantısında belirleyici olan bu ilk kurumsal okul deneyiminin çocukların eğitim ve yaşam ortamlarında bilinçli düzenlemeler yapılarak sürdürülmesi çocukların kendi yaşantılarında ve toplumsal düzende daha iyi bir geleceğe sahip olması için gerekli görülmektedir. Sınıfta istenmeyen davranışlar ile başa çıkmanın en önemli adımı ilk olarak sorun davranışı tespit etmek ve nedenlerini bulmaktır. Öğretmenin sınıfta problem oluşturan durumu iyi bilmesi onu ortadan kaldırabilmesini de kolaylaştıracaktır. Aksi takdirde olumsuz-istenmeyen davranışlar sergileyen çocuklar sınıf içerisinde oluşturulmuş öğrenme fırsatlarını bozabilir buna bağlı olarak öğretmenler kendilerini engellenmiş hissedebilirler. Sorun davranışlar ile başa çıkmada her öğretmenin yöntem ve teknikleri farklılık gösterebilir. Fakat temel olarak öğretmenlerin sınıflarının yapısına ve çocukların özelliklerine göre kendi disiplin yöntemlerini geliştirmesi ve uygulaması esastır. Sınıf yönetiminde etkili bir öğretmenden öğrencilerin ilgi, beklenti ve gereksinimlerini tanıması beklenir. Bu nedenle öğretmenlerin sınıf yönetiminde keskin tutumlardan ve emreden tavırlardan uzak durması, öğrencilerin ihtiyaçları doğrultusunda kendi özdenetimlerini kazanmalarını sağlayıcı bir yönetim anlayışı benimsemesi önemli görülmektedir. Sınıf ortamında olumlu bir iklimin olması ve çocukların istenilen davranış değişikliklerini gösterebilmesinin sınıf içinde belli bir düzen oluşturma ve bunun sürekliliğini sağlama ile mümkün olacağı anlaşılmaktadır. Ayrıca çocukların kendilerini önemli ve rahat hissedecekleri ve düşüncelerini kolaylıkla belirtebilecekleri bir ortam oluşturulması da istenmeyen davranışlar ve sınıf içi problemlerin önüne geçmede önemli görülmektedir. Eğer eğitimci sorun olan davranışa yol açan nedenleri ve durumları tespit edebilirse davranışla başa çıkması o denli kolay olacaktır. 

Çocuklarda Davranış Eğitimi

Çocuklar davranışlarını yetişkinlerin tepkilerine göre düzenlerler. Bu nedenle eğitimcilerin çocukların davranışları karşısında verdiği tepkilerin tutarlı olması oldukça önemlidir. Örneğin, her zaman “hayır” denilen ve kabul edilmeyen bir davranışa çocuğun ısrarından kurtulmak için ”evet” denildiğinde çocuk neyin kabul edilebilir neyin edilemez olduğu konusunda bir karışıklık yaşayabilir. Bir sonraki sefer de muhtemelen aynı davranışı tekrarlar. Bu nedenle öğretmen olarak, çocuklardan gelen talepleri, her zaman verdiğiniz tepkilerle cevaplamak önemlidir. 

Destekleyici Tutumun Önemi

Çocukların gelişimini olumlu yönde etkileyen bir tutum olarak bilinen destekleyici tutum sınıf içinde çocukların ihtiyaç duyduğu güven ve huzur ortamının oluşmasında etkilidir. Destekleyici tutum eğitimcinin çocuklar karşısında güç kullanmadığı ya da taviz vermeden çocuklarla sağlıklı iletişim kurmasına destek veren bir yaklaşımdır. Böyle bir ortamda çocuklar kendini rahatça ifade ettikleri için mutludur, dinlendikleri için kendilerini değerli hissederler, keşfetmek ve yeni şeyler denemek için istek duyarlar. Çocukların sınıf ortamında kendilerini mutlu ve güvende hissetmeleri öğrenmelerini desteklediğinden oldukça önemlidir. 

Disiplin ilk olarak ailenin, sonrasında da toplumun içindeki denge ve düzenin sağlanmasında büyük önem taşır. Bu noktada çoğunlukla disiplin kavramı; katı ve cezaya dayalı olarak değerlendirilebilir fakat gerçek anlamda disiplin çocuğun topluma uyumunu sağlamaya ve ilerideki sosyal hayatını sağlıklı bir biçimde oluşturmaya yoğunlaşarak davranışı yönlendirmeyi amaçlamaktadır. Dolayısıyla gerçek anlamda disiplin, kızgınlık ya da sertlik içermez; kararlılık, düzen ve belirlenmiş kurallara işaret eder. Disiplin çocuğa istenilen davranış ve alışkanlıkları öğretmek, kendi kendini denetleme ya da iç denetim olan ahlak gelişimini sağlar. Disiplin bir anlamda çocuğun sahip olduğu sorumluluklarıyla yaptığı hareketlerinin, doğal ve sosyal sonuçlarını kabul etmesidir. Bu da ancak çocuğunun davranışı içselleştirmesi ile sağlanabilir, dıştan gelen bir zorlamayla olmaz. Bu zorlama aileye sadece geçici çözümler sağlayacağı gibi çocuğun bir sonraki istenmeyen davranışını pekiştirir. 

Disiplin ve Cezalandırma Arasındaki Farklılıklar 

-Disiplin: “Dur, bunun yerine başka bir şey yap.” mesajını verirken, cezalandırma: “Sen bunu yanlış yaptın, sen kötü bir çocuksun.” mesajını vermektedir. 

-Disiplin, çocuğun bir sonraki başarısını oluşturmaktadır. Cezalandırma ise tamamen başarısızlığa odaklanmaktadır. 

-Disiplin, hayatın doğru ve yanlışlarını öğrenmektir. Cezalandırma ise, disiplinin olumsuz bölümüdür. 

-Disiplin, düşünce ürünüdür. Cezalandırma, kızgınlık ürünüdür. 

-Disiplin, çocuğun yapabileceğinden fazla bir şey beklemezken, cezalandırma çok şey beklemektedir. 

 İpek Menevşe

Devamı

Erken Yaşta Dil Ediniminin Önemi Nedir?

Erken Yaşta Yabancı Dil Öğrenmek

Yabancı dil öğrenmek günümüzde bir çok avantajı beraberinde getirmektedir. Yabancı dil öğrenimi kişiye göre farklı seyretmektedir. İkinci dil her yaşta öğrenilebilir fakat her yaşta öğrenimin zorluğu ve hızı farklılık gösterir. Bebekler anne karnında dilin farkındadır ve doğduklarında iki dili bir birinden ayırabilirler. 

   Yapılan araştırmalarda 4 günlük bir bebeğin iki dili bir birinden ayırdığı emzik emme hız ölçümü deneğiyle kanıtlanmıştır. Doğduğunda ana dilinin ve yabancı dilin farkında olan, hayatının hiçbir evresinde bu derece zeki olmayacak ve algıları henüz farklı dünya parametreleriyle tanışmamış küçük canlılardır bebekler. 

Çocuklar Kaç Yaşında Yabancı Dil Öğrenmeye Başlar?

   Dil öğreniminde telaffuz, kelime bilgisi, söz dizim gibi öncüller vardır. Yaş küçüldükçe bu öncülleri gerçekleştirmedeki işleyiş hızlanır ve kolaylaşır. Krashen  2 yaşındaki çocukların beyinlerindeki dil gelişiminin iki yaşında başladığını ve bu gelişimin ergenlik dönemine kadar sürdüğünü açıklamaktadır. Eğer çocuk bu dönemde yabancı dil öğrenmeğe başlarsa yabancı dili de anadili gibi rahatlıkla öğrenebilir. 2 ve 3 yaşta ikinci dilde oluşturulan dil girdisi ileriki yıllarda sınırsız dil çıktısıyla anadil oluşum özelliğine yakınlık göstermektedir. Bu nedenle 2 ve 3 yaş ikinci dil öğrenimi için altın yaşlar denilebilir. 

    Çocuklar yaşam doludurlar ve her türlü keşfe hazırdırlar bu yüzden yabancı bir dilde öğrendikleri sözcükleri oyunlarla, şarkılarla ve büyük bir güdülenme ile öğrendikleri zaman öğrenme yaşantılarına büyüklere oranla daha kolay aktarabilirler. Örneğin dramatizasyon tekniği ile yapılan bir eğitim 5-6 yaş grubu öğrencilerinin kinestetik, müzikal, görsel ve dilbilimsel zekalarını kullanmalarına izin vereceği için oldukça etken olabilir. 4 ve 8 yaş arası çocuklar oyun çağında olduğundan dolayı ikici dil öğretiminin oyunlar aracılığıyla kazandırılması bir avantaj olacaktır. Bu yaş grubu eğiticileri oyun, hikaye ve şarkıları kullanarak öğrencinin algılarını ikinci dile yönlendirebilirler.  Peripheral (gizil) öğrenme erken yaş öğrencilerinde gerçekleştirilebilir. Fakat 12 yaş ve sonrası öğrenenler ne öğrendiklerinin farkındadır ve öğrendiklerini sağlam bir zemine oturtarak devam edebilirler ve bu da öğrenme süresini yavaşlatır. 

   Erken yaşta çocuklarda yabancı dil öğretimi son yıllarda ülkemizde giderek önem kazanmaktadır. Dil bilimciler ve eğitimciler erken yaşta yabancı dil öğretiminin çocuğun bilişsel gelişimine de katkıda bulunacağını belirtmektedirler. Dil öğrenimi; okul öncesinden başlayıp devam eden iletişim kurma, düşünceyi geliştirme ve bilgi aktarma gibi özeliklerinin gelişimine büyük katkı sağladığından oldukça önemlidir.  Anadil edinimi süresince öğrenilen yabancı dil çocuğun sadece hedef dil becerileri geliştirmesini sağlamaz, aynı zamanda anadilindeki edinim sürecini de hızlandırır. Çocuklar küçük yaşta deneyimle kazanmış olduğu özellikleri çok zor unutur. Anadili öğrenme biçimini ikinci kez farklı bir dilde uygulamış olan kişi, üçüncü dili bu sebeple daha kolay öğrenir. Öğrenirken anımsayacakları sayesinde, üçüncü dil öğrenimi de kolaylaşır. 

Oyunların Yabancı Dil Üzerindeki Etkisi Nedir?

   Erken yaşta dil ediniminde oyunlar önceliklidir. Öğretmenin amacı ister dilbilgisi öğretmek , ister yeni kelimeler olsun bütün bilgiler oyunla sunulur. Oyun erken yaşta dil ediniminin olmazsa olmazıdır. Yani anaokulu İngilizce ve oyun, çocuğun zihninde birbirini tamamlayan yapboz olarak görülmelidir. Dersler, öğrencinin dikkatle dinlediği, öğretmenin yönergelerini takip ettiği oyun formatına dayanır. 

   Öğrencinin ikinci dili sevip sevmeyeceği tamamen öğretmene bağlıdır. Dil ediniminde öğretmen çok önemli rol oynar. İkinci dil öğrenmeye yeni başlayan çocuklar için ilk ders çok önemlidir, öğretmen çocuğun zihninde olumlu izlenimler bırakmalıdır.  Oyun formatı ve çocukla birlikte oynamaya istekli öğretmen okul öncesi çocuklar için İngilizce derslerinde iki ana belirleyicidir.  

   Oyun çocuk için ciddi bir uğraş, eğlence, öğrenme ve gelişim kaynağıdır. Oyun zorunluluk haline getirilmediği sürece, zevkli ve keyiflidir. Dünyanın her yerinde, her döneminde ve kültürde oyun oynanır. Bu yönüyle oyun evrensel bir özelliğe sahiptir ve bireyin bilişsel, fiziksel, duygusal ve sosyal gelişim alanlarını destekler (Erden ve Alisinanoğlu, 2002: 42). Oyunlar öğretmenin repertuarının önemli bir parçasıdır. Her ne kadar oyunların temel amacı bireyleri eğlendirmekse, dil öğrenme sürecinde oyunun amacı öğretilen konuyu pekiştirmektir. Oyun süresince öğrenciler amacı açık bir biçimde ortaya konmuş olan eğlenceli bir ortamda bulunurlar. Öğrenciler oyun ile o kadar iç içe olurlar ki, dil öğrenme ile karşı karşıya olduklarını bile unuturlar (Shaptoshvili, 2002: 34).  

Oyun sınıfta dilin amaca dönük kullanımında heyecanlı bir ortam sağlar. Öğrenci, dil oyunlarında yapılan işin belirli bir sıraya göre yapıldığını görerek, oyunu belli kurallara göre oynama gerektiğini kabul eder. Bu durum ise sınıf ile öğrencinin kendi çevresi arasında bir bağ kurar (Prasad, 2003; Tosta, 2001). Larsen-Freeman (1986) etkili yabancı dil öğrenme ortamı oluşturmada oyunun önemini vurgulamakta ve oyun ile öğrencilerin gerçek iletişim ortamını yaşadıklarını belirtmektedir. Oyun ile yabancı dil öğretiminde öğrencide gerçekleşmesi beklenen bazı durumlar söz konusudur. Uchida (2003) bunları şöyle sıralamaktadır;  

  1. Öğrenciler oyun oynamanın sonucunda yeni kelimeler öğrenmelidir. 
  2. Oyun oynanırken, yeni ve yararlı İngilizce ekspresyonları öğrenmelidirler. 
  3. Oyun süresince öğrenciler İngilizce düşünebilmeliler. 
  4. Oyun oynama öğrenciler arasında karşılıklı etkileşimi sağlamalı ve ilerletmelidir. 
  5. Öğrenciler oyun oynarken birbirlerine ve öğretmene karşı iyi davranışlar ortaya koymalılar. 

Yabancı dil öğretiminde kullanılacak oyunların seçiminde belli noktalara dikkat edilmelidir. Bunlar şöyle sıralanabilir; Oyunlar öğrencilerin motivasyonunu sağlamalı ve ilgilerini çekmeli ve öğretim programının içeriği ile uyum içinde olmalıdır. Oyunlar öğrencilerin yaşına uygun olmalı, farklı öğrenme biçimlerini uygulamalı ve dinleme, konuşma, okuma ve yazma becerilerini birbiri ile bütünleştirerek otantik dil kullanılmalıdır. Oyunlar öğrencilerin dil ile ilgili önceki bilgilerine dayanmalı ama daha çok ve daha yeni bilgilere ulaşmalarını da sağlamalıdır. Oyunlar dikkatle hazırlanmalı, oyunun amacı ve kuralları öğrencilere dikkatli bir biçimde açıklanmalıdır. (Prasad, 2003). 

 

Ataköy Vatan Çocuk Anaokulu 

  1. Şenat / G. Özmen

İngilizce Öğretmenleri

Devamı

Çocuklarda Özgüven

Çocuklarda Özgüven Nasıl Geliştirilir?

Eğitimde temel gaye çocukları özgüvenli, girişimci ruha sahip şekilde yetiştirmektir. Peki çocuklarda özgüven nasıl geliştirilir? Öncelikle çocukların kendi benlikleri ilgili ne düşündüklerini öğrenmek gerek. Kendilerinin hakkında olumsuz fikirleri varsa bu durumun sebeplerini çocukların sorgulamasını sağlayarak işe başlayabiliriz. Tabi ki ailelere de burada önemli bir görev düşüyor. Anne ve babaların çocukları hakkındaki fikirleri, izlenimleri çocuklarında kendi hakkındaki fikirlerini ve izlenimlerini etkileyen en önemli unsurdur. Ailelere çocuklarını yetiştirirken ‘sen yapamazsın, bu çok zor sana yardımcı olayım, sen daha küçüksün, büyüyünce yaparsın’ gibi cümleleri kullanıyorsa çocuğun özgüvenini ciddi manada zedeleyebilir. Çünkü çocuklar hayatındaki önemli kişilerin kendileri hakkında ne düşündüklerine önem verir. Bu önemli kişiler çocuklara verdikleri mesajlarla onların gelişimlerini şekillendirebilir. Çocuklara gelişim dönemine uygun yapabileceği görevler vererek özerkliğe teşvik ederek çocuğun özgüvenini geliştirmek mümkündür. Aynı zamanda çocukları destekleyerek teşvik ederek ‘sen yaparsın’ tarzı cümleler kurarak çocukları motive etmek mümkündür.  

Çocukların kendi beden algıları, kaygı düzeyleri ve internet kullanımı da özgüven gelişimini etkiler. Çocuk kendi bedeninden utanmamalı. Kendi bedeni hakkındaki olumsuz düşüncelerini akranlarına hissettirdiğinde akranlarından zorbalık görebilir. Böyle durumlar yaşandığında müdahalede öncelik zorbalığa uğrayan çocuğu kendi bedeni ile barıştırmak olmalıdır. İnternet kullanımına değinecek olursak günümüzde çocuklar internet ile büyüyor. İnternet, teknoloji varken doğdular. İnternet onların birer parçası haline geldi. İnternette kendi hayatlarında hiç görmedikleri hayat tarzlarını, fikirleri, başka dünyaları keşfediyorlar. Kendi gerçek hayatları ile sanalda gördüklerini karşılaştırıp sahip olduğu imkanları küçümsediğinde onda doğal olarak özgüven zedelenmesi gerçekleşir. Bu durumdan korumak için de internet kullanımına aile kontrolü gerekebilir. Çocuklar kaygılarını ifade ederken çekinmemelidir. Peki neden çocuklar kaygılarını ifade ederken çekinir? Bu sorunun en önemli cevabı çocukta yargılanma küçümsenme korkusudur. Kaygılarını ailesine ya da öğretmenlerine ifade ettiğinde doğru karşılık bulamazsa bir daha bu kaygılarını ifade etmez ve bu kaygılar giderek büyür ve çözümlenemez. Burada eğitimcilere ve ailelere çok büyük sorumluluk düşüyor. Çocukları yargılamadan onlarda kaygı uyandıran durumları değerlendirmek özgüven gelişimlerini olum yönde etkiler. 

Çocuk Gelişiminde Ailenin Etkisi

Özgüven gelişiminde aile ile iletişim de bir başka etkili faktördür. Çocuk ailesi tarafından destekleniyorsa, anlaşıldığını hissediyorsa ailesi ile konuşmada sıkıntı yaşamıyorsa derdini sıkıntısını yapmak istediklerini ailesine çekinmeden söyleyebiliyorsa ve karşılığında destekleniyorsa bu durum çocukların özgüvenini geliştirmede çok etkilidir.

Eğitim Hayatında Çocukların Hedefleri

Eğitim hayatı başladığında çocuklar hedef oluşturarak yetiştirilir. Her çocuğa büyüyünce ne olmak istersin gibi sorular sık sık sorulur. Gelişim dönemleri değiştikçe çocukların da cevapları değişir ve bu cevaplar giderek gerçekçi bir hal almaya başlar. Çocuklar kendilerini tanıdıkça ve çevreden aldıkları mesajları değerlendirdikçe gerçekçi hedefler oluşturmaları beklenir. Kendilerine belirledikleri hedefler imkan dahilinde değilse yapabileceklerinin çok üstünde ise başarısızlık hissi doğuracağından bu durum özgüveni ciddi manada zedeleyebilir. Ailelerin yapması gereken çocukları her şekilde desteklemek ve gerçekçi hedef oluşturmalarına yardım etmektir. Hedeflere ulaşmada inanç kavramını da unutmamak gerekir. Kendine ve başarabildiklerine inanan çocukların başarma olasılığı da yüksektir. Ailelerinde de bu hedeflere ulaşmada en az çocuk kadar inançlı olması da önemlidir. 

Devamı

Stresi Nasıl Arkadaşınız Yaparsınız?

STRES NEDİR? 

İngiliz dilinde stres: İnsan tecrübesi 

TDK’ da stres: Ameliyat şoku, travma, soğuk, heyecan vb. etkenlerin organizmada, iç organlarda, metabolizmada oluşturduğu bozuklukların tümü  

Fizikte stres: Herhangi bir nesne ya da sisteme dışardan uygulanan bir güç 

Psikolojide stres: Çevreden bireye yöneltilen, onda kaçınılmaz ve otomatik denebilecek bir gerilim yaratan olaylar 

Stresin Nedenleri İki Genel Grupta Toplanmıştır  

Dışsal Nedenler: Hasta olmak, Ölüm, Başarısızlık, Eleştirilmek vb…  

İçsel Nedenler: Stresimizin büyük kısmını bizim üzüntülerimiz oluşturmaktadır. 

 STRESLE BAŞETME  

Stresi kontrol etmenin ilk adımı onu tanımaktır. Başlangıç olarak, her tür stres kötü değildir. Aslında, bazı küçük zorluklar olmasa hayatımız ne kadar tekdüze ve sıkıcı olurdu. Bu sağlıklı ve normal bir durumdur; bizi mutlu kılar ve motive eder. Bazı insanlar bunu pozitif stresolarak adlandırır. 

Negatif stres’i ise, üzerimizde çok fazla baskı hissettiğimiz ve bunların üstesinden gelemeyeceğimizi düşündüğümüz zamanlarda yaşarız. Stres hem kısa hem uzun vadeli yaşanabilir. İki tür stres de sağlığınızı etkileyecektir.  

  • Karşılaştığımız küçük zorluklar, bir savaşım veya yük halini aldığında 
  • Küçük meselelerde veya hayatımızın genelinde kontrolü yitirdiğimizi hissettiğimizde 
  • Diğer insanların davranışları karşısında kendimizi yılmış hissettiğimizde 
  • Çevremizdeki bir veya birkaç kişiyle devamlı tartışma halinde olduğumuzda 

 Kendimizi stresli hissederiz.  

Şimdi Stresi Tanıyabilir Misiniz? 

Stres çoğunlukla başımıza gelenlerin sonucunda yaşadığımız bir histir. Stresle sonuçlanabilecek durumları inceleyelim. 

STRESİN YAŞANDIĞI BAZI DURUMLAR 

  • Geç kalmak, örneğin sınava, okula, eve. 
  • Beklemek, örneğin internet sırasında, hamburgercide 
  • Birkaç insanın birden isteklerini yerine getirmeye çalışmak. 
  • Arkadaşlarla ilişkilerdeki problemler. 
  • Başımıza gelen şeyler karşısında kontrolümüzü yitirmek. 
  • Kendini tekrarlayan, sıkıcı işler. 
  • Çok fazla veya çok az işimizin olması. 
  • Çalışmak için bir araya gelmek. 

Stresin Belirtileri Nelerdir?  

Fiziksel Belirtiler: Uyku düzeninde değişiklik, çarpıntı, baş ağrısı, sırt ağrısı gibi çeşitli ağrılar, iştah değişiklikleri, bitkinlik, sindirim zorluğu, çeşitli mide-bağırsak bozuklukları, gürültüye, sese karşı aşırı duyarlılık. 

Duygusal Belirtiler: Huzursuzluk, sıkıntı, gerginlik, tahammülsüzlük, sinirlilik, neşesizlik, durgunluk, kayıtsızlık, kendine güvensizlik, değersizlik ve yetersizlik duyguları. 

Zihinsel Belirtiler: Unutkanlık, konsantrasyon güçlüğü, ilgisizlik, matematiksel hatalarda artış, zihinsel durgunluk, olumsuzluklara odaklanma. 

Davranışsal Belirtiler: Alışılmış davranış biçimlerinde değişiklik, kararsızlık, yanlış kararlar verme, geç kalma, düzensizlik, sosyal hayatın yoksunlaşması, aşırı hayal kurma, sigara ve alkol tüketiminin artması, kişilerarası ilişkilerde sorunlar.  

STRESLE BAŞAÇIKMA 

Başa çıkma kişinin stres yaratıcı faktörleri önleme ya da üstesinden gelme çabasıdır. Kişiler stres tepkisini azaltmak için çeşitli yöntemler kullanırlar. Bunların bir kısmı olumlu, bir kısmı da olumsuz, etkisiz yöntemlerdir 

Gevşeme teknikleri: Bu yöntemin temel amacı sinir sisteminin gerilimini azaltmak ve tüm bedeni denetim altına almaktır. Gevşeme egzersizleri önce kaslardaki gerginliği azaltarak, dolaylı yoldan kalp atışının, kan basıncının ve solunumun yavaşlamasını ve tüm bedende derin bir rahatlamayı sağlar. 

Fiziksel egzersiz: Spor yapmak stresle baş etmede en etkili yöntemlerden biridir. Egzersiz kas gücünü ve dayanıklılığı geliştirir, gerilimi hafifletir, bedenin genel fizyolojik koşullarını iyileştirir. 

Doğru beslenme: Stres yaratıcı faktörlerden biri de beslenme alışkanlıklarımızdır. Bazı besinler sempatik sinir sisteminin ortaya çıkardığı stres tepkilerini doğrudan uyararak veya yorgunluğu ve duyarlılığı arttırarak stres oluşumuna katkıda bulunur  

Olumlu ve yapıcı düşünme tarzını öğrenme: Stresli durumlarda kişinin kendisine söylediği olumsuz sözler, o olay sırasında hissedilen gerginliği arttırmaktadır. Olumsuz ve kişinin kendisine zarar veren düşünce tarzı stresle baş etmemizi zorlaştırır. Bu yüzden stres düzeyimizi azaltmada olumsuz düşüncelerimizin farkına varmayı ve bu düşüncelerin yerine daha gerçekçi, daha olumlu düşünceler koymayı öğrenmek oldukça etkili bir yöntemdir. Bu şekilde düşünerek daha etkili problem çözme yöntemlerini bulabilir ve stres düzeyimizi azaltabiliriz. 

Stresi azaltmaya yönelik 10 yararlı yöntem vardır 

  • Kafein alımını bırakmak veya azaltmak 
  • Düzenli egzersiz 
  • Meditasyon/gevşeme 
  • Boş zaman değerlendirmesi, hobiler edinmek 
  • Düzenli Uyku 
  • Gerçekçi beklentiler 
  • Yeniden bilişsel yapılandırma 
  • İnanç sistemi 
  • Destek sistemi 

BİR HİKAYE 

Profesör öğrencilerine “stres yönetimi” konusunda ders veriyordu. Su dolu bardağı kaldırıp öğrencilerine sordu “Sizce bu su dolu bardağın ağırlığı ne kadardır?” Cevaplar 200 gr. ile 400 gr. atasında değişti. Bunun üzerine profesör şöyle dedi; “Gerçek ağırlık fark etmez. Fakat durum, bardağı elinizde ne kadar süreyle tuttuğunuza göre değişir. Eğer; Bir dakikalığına tutarsam problem yok. Bir saatliğine tutarsam sağ kolumda bir ağrı oluşacaktır. Eğer bir gün boyunca tutarsam ambulans çağırmak zorunda kalırsınız. Aslında ağırlık aynıdır ama ne kadar uzun tutarsanız size o kadar ağır gelir” “Eğer sıkıntılarımızı her zaman taşırsak, er ya da geç taşıyamaz duruma geliriz, yükler gittikçe artarak daha ağır gelmeye başlar. Yapmamız gereken bardağı yere bırakıp bir süre dinlenmek ve daha sonra tutup tekrar kaldırmaktır. “Yükümüzü ara sıra bırakmalı, dinlenip tazelendikten sonra tekrar yolumuza devam etmeliyiz… 

VATAN EĞİTİM KURUMLARI 

Psk. Dan. İlhan AVCI 

Devamı

Nedir Bu Duygusal Zeka?

Duygusal zeka, duyguların size karşı değil, sizin için çalışmasını sağlar. 

 ‘IQ’ ile ölçülen zeka, insanların okul ve iş yaşamındaki başarısını belirleyen değişmez bir etken midir? Öyleyse, neden yüksek IQ’lu insanlar, ortalama IQ’ya sahip insanlara göre hayatta daha başarısız olabiliyor? 

Duygusal Zeka ( EQ) Nedir?  

Duygusal zekâ veya yaygın İngilizce ifade edilişiyle EQ, bir insanın kendisine veya başkalarına ait duyguları anlama, sezinleme, yönetme ve yönlendirme yetisi, kapasitesi ve becerisinin ölçümünü tanımlamaktadır. Aynı zamanda EQ; bireyin stresi azaltmak için olumlu şekillerde duygularını yönetme, etkili iletişim, zorlukların üstesinden gelme, çatışmayı etkisiz hale getirme, güçlü ilişkiler kurma, başarılı kariyer ve kişisel hedeflere ulaşmasında yardımcı olan yeteneğidir. 

Araştırma bulgularına göre, duygusal zeka yoksunluğu, kişinin aile yaşamından mesleki başarısına, toplumsal ilişkilerinden sağlık durumuna kadar birçok alanda çok kötü sonuçlar doğurabiliyor. Duygusal zeka, doğuştan gelen bir özellik değildir, insan beyninin yapısı dolayısıyla, çocuklukta alınan duygusal dersler, yaşam boyunca davranış tarzını belirler. 

Zihinsel yeteneklerin ölçümünde bilgi ve zeka arasındaki fark oldukça açıktır. Psikolojik araştırmaların ışığında zeka seviyesi ölçümü veya IQ testleri, zihinsel biliş kapasitesinin değerlendirilmesinde güvenilir bir ölçüttür ve zaman içinde sabit kalır. Duygusal zekâ veya EQ’nun ölçümünde ise duygusal bilgi veya tecrübe ile zeka arasındaki fark oldukça belirsizdir. Bu nedenlerle güncel EQ tanımlamaları uzmanların aralarında uzlaşamadıkları bir konudur. Bazı uzmanlar (Bradberry ve Greaves 2005) EQ’nun değişken, zamanla kazanılabilen ve artabilen bir yeti olduğunu iddia ederlerken; diğerleri (örneğin Mayer) EQ’nun sabit olduğunu ve artırılamayacağını öne sürmektedirler. 

Duygusal Zeka Nasıl Gelişir? 

Duygusal Zeka (EQ), bilişsel zekadan (IQ) farklı olarak, geliştirilebilen bir zeka türüdür. Bunun için birincil ihtiyaç, istekli, kararlı olmak ve pratik yapmaktır. Göz ardı edilmemesi gereken çok önemli bir nokta vardır ki, o da duygusal zeka, ancak bilimsel yöntemlerle geliştirildiğinde sürdürülebilir bir fayda sağlar.  

Duygusal zekâ, profesyonel hayatı etkiler mi? Evet etkiler. Yapılan araştırmalar sadece IQ başarısının işte başarı getirmediğini beraberinde EQ yani duygusal zekanın da olması gerektiğini gösteriyor. Bunu basit bir örnekle açıklayalım mesela. Sınava hazırlanıyorsunuz… Her şey ezberinizde, kitaplar sular seller olmuş. Mental olarak sınava hazırsınız ve şu ana kadar aksi giden hiçbir şey yok. Sınav günü geliyor. Sınav kâğıdı önünüze geliyor ve birden heyecan basıyor; eliniz ayağınıza dolaşıyor ve bildiğiniz bir şeyi bile hatırlamaz hale geliyorsunuz. İşte duygusal zekâ burada devreye giriyor. Çünkü aynı zamanda stres yönetimi de duygusal zekanın içine giriyor. Her koşul yerindeyken bir heyecan ve iyi yönetilemeyen stres yönetimi nedeniyle başarısızlık geliyor. Yine yapılan başka bir araştırma gösteriyor ki bütün iş kollarında başarının %58’lik bir payı duygusal zekâ kaynaklı. 

Araştırmalar duygusal zekası yüksek olan kişilerin yaşamda hem başarılı hem mutlu olduğunu ortaya koyuyor. İnsan ihtiyaçları uzun yıllardır çeşitli disiplinler tarafından çalışılıyor. Tüm disiplinlerin neredeyse ortak noktaya geldiği Maslow ihtiyaçlar beklentisi, işyeri dinamiğinde de geçerli. Yani insan temel fizyolojik ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra bulunduğu ortamda anlaşılmak, sevgi görmek, ait hissetmek istiyor. Duygusal zeka temelde kişinin kendisinin ve iletişimde olduğumuz kişilerin duygu, düşünce ve davranış yapısını anlayabilme becerisi katar. Bunun da ilerisine giderek bu durumu yönetmemizi de sağlar. Bunu yaptığınızda ise karşınızdaki kişiyi kendisini anlaşılmış, değer verilen hissettirirsiniz ve kişi ihtiyacına hizmet eden bu ortamlarda bulunmayı tercih eder, daha mutlu ve etkin çalışır. Konuyla ilgili yapılan araştırmalar, kendisini işyerine ait hisseden ve önemsenen çalışanların tamamına yakınının şirketlerine bağlı olduğunu gösteriyor. Rakamsal bir araştırma sonucu vermek gerekirse, CA Global tarafından yapılmış araştırma duygusal zekayı %18 yükseltirseniz, karlılığın %150 arttığını ortaya koyuyor. Ve yine başka bir araştırma da çalışanların sözünü ettiğim ihtiyacına işaret ediyor. Gallup 2018 araştırmasına göre dünya çapındaki çalışanların sadece %15’i işe bağlı ve en öncelikli beklentileri fark edilmek, ait hissetmek ve güçlendirilmek. Bu önceliklerin sunulabileceği yol onları fark edilen, değerli ve “onlar için düşünülüyor” hissiyatına getirmektir. Bu da bize duygusal zeka yetkinliklerini işaret ediyor.  

Duygusal Zeka Özellikleri Nelerdir? 

Duygusal zekaya sahip insanların genel olarak barındırdıkları özellikleri birkaç maddede toplayabiliriz. 

*Empati yetenekleri yüksektir! Duygusal zekaya sahip olan insanların en dikkat çekici özelliklerinden biridir empati. Olayları karşındakinin bakış açısıyla görebildikleri için verdikleri kararlar genellikle doğrudur. Bencil yaklaşımlardan uzak dururlar ve böylece sosyal bir varlık olabilme konusunda ilk adım atılır. 

*Çözüm odaklıdırlar! Onlar için sorun değil çözüm önemlidir. Sorunları yük edip altında ezilmek yerine hemen durumu anlayıp çözüm yoluna giderler. Sorunlardan sürekli olarak yakınmanın, durumlardan her daim şikâyet etmenin onlara bir getirisi olmadığını bilirler. Bu nedenle sorunlara odaklanıp mutsuz olmak yerine çözüme odaklanıp hayatta mutlu olmaya odaklanırlar. 

*Motivasyonları yüksektir! Çünkü ne yapmaları gerektiğini, kendi duygu ve düşüncelerine nasıl yön vermeleri gerektiğini bilirler ve bu da motivasyonlarını yüksek kılar. Çözüm odaklı da olduklarından kolay kolay motivasyon kabiliyetleri kırılmaz. Hal böyle olunca da başarı gelir. 

*Günah keçisi aramazlar! Başarısızlıklarından dolayı başkalarını suçlayıp kendilerini görmezden gelmezler. Elbette bu demek değil ki kendilerinde suç aramazlar. İğneyi başkasına çuvaldızı kendilerine batırırlar ancak bunu yaparken ne kimseyi suçlarlar ne kendilerini yererler. Yapılan hataların, yanlış tercihlerden kaynaklandığını bilirler ve kabul ederler. 

*Her şeyi kontrol edemeyeceklerini bilirler! Kontrol delisi değillerdir. Her şeyi kendilerinin yapamayacaklarını bilirler. Ne kadar uğraşsalar da bazı şeyleri kontrol edemeyeceklerinin bilincindedirler ve bu konuda kendilerini rahatlatırlar. Böylelikle strese girmezler ve paniğin getirdiği hatalara düşme oranları azalır. 

*Hataları tecrübe olarak görürler! Aynı zamanda hata yapmaktan da korkmazlar. Başarısızlıkları tecrübe olarak görürler. Başarısız olma korkusuyla kendi konfor alanlarını sıkıştırmazlar, kendilerini bu duruma hapsetmezler. Her şeyi tecrübe olarak görürler ve durumların arasında sıkışmak yerine çıkış yolu bulmak için uğraşırlar.  

Duygusal Zeka Nasıl Geliştirilir? 

1920’lerden bu yana üzerine araştırma yapılan IQ kavramını zaten hepimiz biliyoruz. İnsanların matematik becerisi, dil yeteneği, hafıza, mantık yeteneği gibi özelliklerini ölçmek için kullanılan bir kavramdır. Fakat, 21.yüzyılda yapılan araştırmalar, hayatta kalabilmek için IQ’nun tek başına yeterli olmadığı, IQ’nun yanında EQ adı verilen duygusal zekanın da gelişmiş olması gerektiğini ortaya koymaktadır. 

*Duygularınızı tanımlayın 

Çoğu insan duyguları hakkında konuşmaktan hoşlanmıyor. Fakat baktığımızda birçok kararı duygularımızla veriyoruz. Duygularınızı geçiştirmek yerine onları tanımlamak EQ’nun gelişimi açısından oldukça önemlidir. 

*Duygularınızın yargılarınızı nasıl etkilediğini düşünün 

Duyguların düşünce ve davranışları nasıl etkilediğini düşünmek, herhangi bir durumu iyi kavramanızı sağlar. Daha iyi kararlar vermek için duygularınızın yarattığı sonuçlar üzerinde durabilirsiniz. 

*Duygularınızın sonuçlarını kabullenin 

Hiçbir insanın nasıl davranması gerektiğini yönetemeyiz. Fakat birey olarak duygularımızı yönetebilmemiz gerekiyor. Bunun için yapılacak en önemli şey ise duyguların sorumluluğunu almaktır. 

*Başka insanların duygularını anlamaya çalışın 

Konfüçyüs, ‘İletişim, söylenmeyeni anlamaktır’ diye yazmıştır. Gerçekten de öyle. Günlük yaşantılarda karşımızdaki insanın duygularını anlamamız, onunla kurduğumuz iletişimimizi de belirleyecektir. 

*Soğukkanlı olun ve stresinizi yönetin 

Hepimiz hayatımızda stresli durumları belirli oranlarda deneyimlemişizdir. Stresli durumlar karşısında hazırlıklı olmak ve ona olan bakış açımız, bu durumu yönetebilmemizi sağlıyor. Baskı altında olduğumuzda aklımızda tutmamız gereken en önemli şey sakinliğimizi korumamız ve serinkanlı olmamızdır.  

*Kendinizi ifade edebilme yeteneğinizi geliştirin 

Bizim için önemli konularda duygularımızı açıkça ifade edebilmek bizi biz yapan olgulardan bir tanesidir. Bu şekilde, ilişki içerisinde bulunduğumuz insanlarla ilgili duygusal konularda nerede durmamız gerektiği ve onların nerede durmaları gerektiğini, bizim kabul edilebilir ve tolere edilebilir sınırlarımızı net şekilde ifade edebilmemizi sağlar. 

*Zor kişiler karşısında soğukkanlı olun 

Çoğumuz hayatımızda mantıksız insanlarla karşılaşabiliriz. Evde ya da iş yerinde onların tacizlerine de maruz kalabiliriz. Bu kişinin bütün günümüzü mahvetmesi olağandır. Böyle durumlarda proaktif olun ( sakinleşin, makul ve öngörülü olun, kişiselleştirmeyin, anladığınızı ifade edin)  

*Duygularınızı doğru ifade edebilme yeteneğinizi geliştirin                

Duyguları karşı tarafa doğru şekilde ifade edebilme yeteneği, iletişimin devamlılığını ciddi oranda etkiler. Samimi duygularınızı karşı tarafa ne kadar doğru iletirseniz, karşı taraf da aynı samimiyetle size geri bildirim yapabilecektir.   

Özlem AZARGÜN  

Vatan Eğitim Kurumları Anaokulları Koordinatörü 

Vatan Ataköy Anaokulu Müdürü 

Devamı

Pandemi sürecinde öz denetim becerisi

Tüm dünyada etkili olan koronavirüs salgını ülkemizde de yaşanıyor. Koronavirüs sürecinde yayılmayı önlemek için bir takım önlemler alınıyor. Bu önlemlerin başında yayılma hızını engellemek için insanları yakın temastan uzak tutmak geliyor.

Devamı

Sınava Hazırlıkta Yapılması Gerekenler

YKS (Yükseköğretim Kurumları Sınavı)
Sınava 2 Ay Kala Yapılması Gerekenler

Bu yıl pandeminin gölgesinde 2,5 milyondan fazla genç YSK (Yüksek Öğretim Sınavına) girecek. Her ne kadar sınav gruplarına eğitim büyük oranda yüz yüze yapılmış olsa da sınava girecek adayların sağlıklı bir hazırlık süreci geçirmediği aşikâr.

Devamı

Çocuklarda Ağlama Davranışı

Çocuklarda ağlama davranışı genellikle istedikleri şeyleri karşısındaki kişiye kabul ettirebilme davranışlarından biri olarak düşünülmektedir. Ancak bununla birlikte ağlama davranışının çeşitli nedenleri olabilmektedir. Bu davranış çocuk için ne ifade eder, ağlamasının sebebi nedir üzerinde durulması gereken noktalardan biridir.

Devamı

Okul Öncesi Eğitim

Okul öncesi eğitimde nasıl bir eğitim modeli uyguluyorsunuz?
Vatan Anaokulları sınıflarımızda çocuklarımızın tüm gelişimsel alanlarını destekleyen (bedensel, bilişsel, sosyal ve duygusal, özbakım) proje ve oyun temelli, mizaç özelliklerine uygun karma bir eğitim programı uygulanmaktadır.

Devamı
Previous Next
Close
Test Caption
Test Description goes like this